"Fenari" lakabını Molla Fenari ve kardeşi olan İsa Bey Fenari'den gelmektedir."Fenari" lakabını ise babalarının fenercilik yapması dolayısıyla almışlardır.
Ayrıca Molla Fenari soyundan gelen kişiler Osmanlı Devlet'nin ilk ulema ailesi olmuştur.  "Fenârîzâdeler" lakabıyla tanınan Fenari ailesi, Osmanlı'da pek çok ilmî ve siyasî görevler üstlenmiş, hatta bu aileye bazı ayrıcalıklar tanındığı için, Osmanlı'da ilk imtiyazların onlara verildiği kaynaklara geçmiştir. Müderrislik, kadılık, kazaskerlik, şeyhülislâmlık, başdefterdarlık, vezirlik, nişancılık, nakîbüleşraflık gibi çeşitli görevlerde hizmet vermişlerdir.
Bunlardan biri de Osmanlı İmparatorluğunun İlk Türk Şeyhülislâmı olan Molla Fenaridir.Yıldırım Beyazıt dönemi alimleri arasında ilk sırada yer almıştır bu da ilmi bilgi ve derecesinin ne denli zengin olduğunun bir ipucudur.
Osmanlı düşünce ve medrese sisteminin şekillenme döneminin en kritik yıllarında yaşamış, kaleme aldığı eserleri, yetiştirdiği öğrencileri ve devlet idarecilerine yakınlığıyla olan ilişkisi ve şeyhülislamlık o dönemlerde hukuki olarak yetki verebilecek bir düzeyde olduğu için ilmiye teşkilatını çok yönlü şekillendirmesine imkan sağlamıştır.

Ayrıca Molla Fenârî’nin kendisinden önceki bilgi birikimden yararlanma konusunda kapsayıcı bir bakış açısına sahip olması, farklı ya da çatışan düşünce geleneklerini birbiriyle uyuşacak tarzda yeniden ele alabilmesini sağlamış ve daha yüksek bir düzeyde gerçekleştirilecek bir sentezi düşünürün asıl gayesi haline getirmiştir. Din ilimleri olarak fıkıh ve kelâm, felsefî analiz ve teorik kanıtlama yöntemi olarak mantık, vahdet-i vücûd metafiziği olarak tasavvuf bu düşünce sisteminde dinî ve aklî meşruiyet sorunu yaşamadan bir arada bulunmaktadır. Bu yaklaşımıyla Fenârî kendisinden sonraki Osmanlı düşünce ve ilim hayatına yön vermiş şahsiyetlerden biridir. 

Fenari'nin eğitiminden geçen pek çok âlimin,Osmanlı toprakları dışında da şöhret kazandığı bilinmektedir.
Fenârî'den sonra ise, Osmanlı medreselerinin kurumsallaşmasının tamamlanmasıyla birlikte, ilim adamları Anadolu'da yetişmeye ve burası da bir ilim merkezi haline gelmeye başlamıştır ve El-Fevaidü'l-Fenariyye adlı mantık eseri Osmanlı medreselerinde 20. yy'a kadar vazgeçilmez ders kitabı olarak okutulmuştur.

ilk Osmanlı şeyhülislâmı Molla Fenârî’nin oğlu Yûsuf Bâlî’nin torunu, Rumeli Kazaskeri Alâeddin Ali Fenârî’nin oğlu olan Muhyiddin Fenari ,Fenari soyundaki ikinci Şeyhülislamdır . Ailesine tanınan imtiyazlardan dolayı Şeyhülislamlığa yükseldiği iddia edilmiştir.

Muhyiddin Fenari çok sayıda şiir yazmış, yazdığı şiirlerde Muhyî mahlasını kullanmıştır ve şiirlerinin yer aldığı bir Divan'ı vardır.

Fenârîzâdeler’in 19. yüzyıla kadar varlıklarını devam ettirdikleri görülse de aile şeceresi hiçbir kopukluk olmadan ancak 1697’de vefat eden Latif Efendi’ye kadar takip edilebilmektedir.

Böylelikle Fenarizadeler ailesi hakkındaki her şey günümüze kadar ulaşmıştır.

 

Molla Fenari

Eserleri ve Hakkında

El-Fevâidü’l-Fenâriyye Şerh alâ-İsâgucî
Esîrü’d-dîn el-Ebherî’nin " İsâgûcî "
adlı mantık kitabına yazılmış önemli
yorumlamalardandır.
Aynü’l-a’yân: Mollâ Fenârî’nin en çok
bilinen eserlerindendir biridir .
Karamanoğlu Alâaddîn Bey’e ithaf
edilmiştir.

Muhyiddin Çelebi

Eserleri ve Hakkında

Risâl efi’l-hudûd ve’t-ta‘zîr ,
Risâle fî hakkı’d-deverân ,
Risâle fi’l-mesh ale’l-huffeyn ,
Çivizâde’nin para vakfı ile sûfîlerin
semâ ve devran uygulamalarını
tenkit için kaleme aldığı risâleler
başta olmak üzere bu eserlerin
özellikle Süleymaniye
Kütüphanesi’nde birçok nüshası
bulunmaktadır.

Muhyiddin Mehmed Şah

Eserleri ve Hakkında

Devrin kaynaklarında daha ziyade Şah
Çelebi, Mehmed Şah Çelebi adlarıyla
anılır. Kendisinin çeşitli ilimlere dair
kitaplara şerh ve hâşiyeler yazdığı
kaynaklarda belirtilmiş. Muhyiddin
Mehmed Şah’ı şöhrete kavuşturan
eseri Târîh-i Âl-i Osmân’dır.

Alaeddin Ali Fenari

Eserleri ve Hakkında

Lakabı Alâeddîn olup, dedesine
nisbetle Fenârî dendi. İlim sâhibi
olmasına rağmen, fazla kitap
yazamadı.Çünkü vakitlerinin
çoğunu, kâdılık ve ders
okutmakla geçirdi. Sadece lügat
ilmine dâir Lisân-ül-Hikmet
adında Arapça ve Farsça ile
karışık yazılmış bir lügatı ve
Mollazâde'nin Hidâye Şerhi
kitabına yaptığı hâşiyesi vardır.